Hani Benim Çocukluğum Anne!

Antalya’ya gelmeden önce Çağrı Abi’nin burada beni mimlemesi ile okumuştum yazısını. 20 yaş ve üzerinin hasret kaldığı yaşam diyebilirim buna. Neyse fazla uzatmadan başlayayım.

Ben şuna inanıyorum ki hayatının 7-15 yaş arasını harika şekilde yaşayan son kuşağız. Şimdi bakıyorum da 12 yaşındaki çocuk bilgisayar başında o blog senin bu blog benim fink atıyor. Oysa bizde öyle miydi? Tek tek en ince detayına kadar yazacak olsam küçük bir kitap olur.

Tasolarımız vardı bizim. Yanlış hatırlamıyorsam Pokemon’la başladı tasolar. Ne türlü taktikler denerdik o tasoları ters çevirebilmek için. Dik vurmak, yan vurmak… Pikachun varsa zaten kralsın arkadaşlarının arasında. Şu an cebimde fazlasıyla para var ama inanın o zamanlarda aldığım 25 kuruşluk cips kadar mutlu etmiyor beni. Büyüklerden zor zoruna alınan 25 kuruş ve koşa koşa bakkala gidip o cipsi almak. Hoş şu an bakkalda kalmadı. Hele ki bazen alınan cipsin içinde taso çıkmazsa yıkılırdık. Şu anki gibi küfür nedir bilmeyiz ki. En ağır cümlemiz “Yine çıkmadı lan” olurdu. 30 yaşında bile olsam oynarım tasoları. Ütmek eylemi kadar güzel bir duyguyu yaşamak anlatılamaz sanırım.

Futbolcu kartları vardı birde. 5 kuruş muydu neydi. Yukarda da dedim ya şu an cebimde fazlasıyla para var ama o zamanlarda o kartları alacak parayı zor bulurduk. Şimdiki paramız o zaman olsaydı koli koli alırdık o kartları. İçerisinden 5 tane futbolcu kartı, 1 tane ne yedüğü belli olmayan bir sakız ve birde çıkartma. O çıkartmaları tamamlarsan eğer sana hediye verirlerdi. Ben hiç tamamlayamadım ama tamamlanan çıkartmalar bakkalların camında olurdu. Ne kadar doğru olduğunu hep merak etmişimdir onların. Sayısına ya da takımına oynanırdı. Oyun içerisinde karma yapardık. Kendimize göre strateji oluştururduk. Eğer sayısına göre oynayacaksak ya büyükten küçüğe ya da küçükten büyüğe sıralar öyle başlardık oyuna. Birde res tas yapardık onları. Uğurlu kartlarımız olurdu. Birgün çok iyi hatırlıyorum yüzlerce futbolcu kartını bir anda oynamıştım ve hepsini ütülmüştüm. Ne kadar üzüldüm inanın bilemezsiniz. Babamdan gizli saklı oynardım zaten. Bulursa sobaya atardı.

Hele o misketler. Bilye derdik. En sevdiğim oyunu da beş kuyuydu. Orta kuyuya zehir diyorduk galiba. Hala saklarım bilyelerimi. Şu an için en komiğime giden olayda bir bilyenin bizim mahallede beşlik bir başka mahallede onluk olmasıydı. :) Çel çöp, mum direk… Başka terimi var mıydı unuttum vallahi.

Elektrik kablolarının geçtiği borulardan silah yapardık. Kağıtları ince külah şeklinde sarıp birbirimize üflerdik. O borulara şekil falan verirdik. Sadece şekli güzel olurdu. :) Başka hiçbir işe yaramazdı. Bir gün yine bu oyunu oynuyoruz. Üst katta oturan arkadaşımın ablasına o kağıt mermilerden atayım dedim. Yanlışlıkla poposuna gelmişti. Vallahi bile bile atmadım. :) Arkadaşımın ablası ağlamış, arkadaşım da bana küsmüştü.

Birde her Allah’ın günü top oynardık. Sabah 8’de birbirimizi çağırır maç yapardık. Bazen adam bulamaz prenses, el öptürmece oynardık. Bacak arası ve kafa beşlik, stil yedilik. El öptürmecenin sonunda kimse kimsenin elini öpmezdi ama. :) Bir gün ilk kez mahalle maçı yaptık ve ilk maçımızda galip gelmiştik. O zamanlarda o oturduğumuz sokağın adı Limondere’ydi. Limondere diye bağıra bağıra gezdik mahalleyi.

En güzelini en sona sakladım. Çocukluk aşkım… Adı Ayşe’ydi. 2 seneye yakın bir süre sevdim. Tabi bir çocuğun sevgisi ne kadar olabilirse o kadar sevdim. Ama en sonunda kabul etmişti. 2 hafta kadar çıktık galiba. Öyle şu anki çıkmalar gibi değil tabi. Cami kenarında veya sokak aralarında konuşmaları geçmezdi. 6. sınıfa gidiyordum galiba. Hani öyle iki sevgilinin konuşacağı şeyler de değil. Neyi seversin, hangi yemekleri yemezsin, hangi müzikleri dinlersin vs. Hey Allah’ım… :) Ulan 2 haftadan sonra kız demesin mi “Arkadaşlarım seni öğrenirse benimle konuşmazlar, ayrılalım biz” diye. Hayatımda ilk tekmeyi orda yemiştim. Melankolik olmamın ve yazmamın ilk sebebiydi galiba Ayşe. Birbirimize şifreli yazılar yollardık. Anlamadığım nokta madem karşındakinin okuduğunu anlamasını istemiyorsun niye şifreyle mifreyle uğraşıyorsun. Evleri zaten hemen bizim evin karşısındaydı. Pencereden baktığımda görürdüm. Oturduğumuz evden taşınınca bir daha görmedim Ayşe’yi. Lise 1’de ulaşmaya falan çalıştım ama ismimi duyunca konuşmamıştı. :) Haa şimdi aklıma geldi geçen sene otobüste görmüştüm Ayşe’yi. Aynı otobüse binmiştik. Bir kez baktım sadece yüzüne. Hemen tanımıştı. Bir daha bakmadım ama onun bana baktığının farkındaydım. Nasıl farkındaydın diye sormayın inanın farkındaydım. Hemde otobüsten inerken dahi bakmıştı. Hep çocukluk aşkım olarak kalacak kişi, Ayşe…

İşte böyleydi bizim çocukluğumuz. Bu yaşları bu denli güzel yaşayan son kuşaktık biz. Keşke öyle olmasa, olmasaydı…

Bana kahve ısmarlamak ister misin?

Bunları da okuyabilirsin
Yazı hakkındaki yorumun nedir?

12 Yorum
  1. Çağrı Mustafa ALKAN
    11 Nisan 2012 - 22:14
    Cevapla
    • Usluer
      11 Nisan 2012 - 22:24
      Cevapla
  2. Çağrı Mustafa ALKAN
    11 Nisan 2012 - 22:28
    Cevapla
  3. Nurçin
    13 Nisan 2012 - 14:33
    Cevapla
    • Çağrı Mustafa ALKAN
      13 Nisan 2012 - 23:20
      Cevapla
  4. csariaslan
    13 Nisan 2012 - 17:24
    Cevapla
    • Nurçin
      14 Nisan 2012 - 09:15
      Cevapla
      • Zübeyr Hüsnü ŞAHİN
        14 Nisan 2012 - 16:27
        Cevapla
  5. mustafa
    16 Nisan 2012 - 00:45
    Cevapla
  6. Alpati
    18 Nisan 2012 - 14:28
    Cevapla
  7. kulturelbellek
    20 Nisan 2012 - 01:37
    Cevapla