Sigaranın bitişi kadar hayat… (II)
Lütfen ilk bölümü okumadıysanız öncelikle buradan ilk bölümü okuyunuz.
…
Beş yada on dakikalığına yanındaki erkek dışarı çıkmıştı. O ve ben kalmıştık sadece. Biz kalmıştık demeyi o kadar çok isterdim ki dilim beynimle cebelleşti. Biz diyemedim. Daha bir hafta öncesine kadar biz dememe yetecek onlarca sebep vardı. Ama artık ben kalmamıştım. Ben yoktum. O vardı. Karşımda bana ürkek gözlerle bakan O.
Arkasına döndü ve kapıya baktı. Kapalıydı. Yanıma geldi. Ellerimi tutmuştu. Bir zamanlar ellerimi ısıtan ellerinin sıradanlaştığını farkettim. Başka elleri tutmuştu o eller, başka elleri ısıtmıştı. Benim değildi artık. Gözlerime baktı. O gözlere bakmak için neler yapmamıştım ben. Neleri göze almamıştım. Artık sokaklarda dolaşan bir çift gözden farksızdı.
Böyle olsun istemezdim dedi. Merak ettim nasıl olsun istiyordu. Böyle olmasını istemediği halde neden böyle olmuştu. Bir suçlu arar gibiydi ve tüm suçu bana yıkmak üzereydi. Üzerimde onlarca yük varken birde bunu kaldırabilecek miydim? Gitmesini istiyordum. Biran önce gitmeliydi yoksa ben gidecektim. Elini cebine götürdü. Ve ona 14 Kasım’da ikinci yıldönümümüzde aldığım kolyeyi çıkardı. İşte o an ne kadar değersiz olduğumu anladım. Bu sende kalmalı dedi. Haçlı seferlerinin en büyüğünü yapmıştı kalbime, aşkımın iman gücü karşı gelemiyordu, bende sadece kâfir bir aşk kalmıştı.
Hoşçakal dedi. Ne kadar hoşça kalabilecektim.
Ve işte 3 sene beş dakikalık bir süreçte anca böyle şerefsizce bitebilirdi. O git’ti, ben ise sus’tum. Kal diyemeyeceğim kadar gidiyordu. Beni hayata bağlayan O kapıdan dışarı çıkmıştı.
O akşam hasteneden çıkardılar. Anne ve babamla beraber eve gittik. Kendi evimde tek başıma kalamazdım. Eve gidinceye kadar hiçbir şey konuşmamıştım. Babam durumun farkındaydı. Biliyordu herşeyi. O yüzden sormadı birşey. Anneme de anlatmış olmalı ki sadece gözlerinden yaşlar akıyordu kadının. Hâlâ yorgundum. Ama bu sefer konuşabiliyor ve hareket edebiliyordum. Yemeği yer yemez uyumak istiyordum. Hava çoktan kararmıştı. Saat on civarlarıydı yatağıma uzandığımda. Kumbaramda biriktirdiğim gözyaşlarımdan çalıyordum. Gözyaşlarım yatağımı ıslatıyordu ben utanıyordum. Asıl utanacak kişi şimdi neler yapıyordu?
Geri dönmeyecekti. O yoktu. Olmayacaktı da. O yüzden unutmalıydım. O’nu değil, geçirdiğimiz 3 seneyi unutmalıydım. Nede olsa O kaynardı arada.
Bir şiir defterim vardı O’na adadığım. İlk olarak o defteri yakmalıydım. Elime aldım. Sayfaları karıştırırken resmi ilişti gözüme. Gözyaşlarım bir bir damlıyordu. Artık zarar veremezdi bana. Bir resimden ibaretti. Ama o kadar güzeldi ki, ben sustum hayallerim konuştu. Hayallerimin bana hükmetmesinden nefret ediyordum. 2 sene sonra evlenecektik. Tarih bile belliydi. 10 Ağustos. Çocuğumuz erkek olursa adı Agah, kız olursa adı Elif olacaktı. Baba ve annelerimiz tartışacaktı neden benim adım olmadı diye. Bir hayaldi ve hep hayal kalacaktı artık.
Aradan 4-5 yıl geçti. Ben çoktan unutmuştum O’nu. Annemin tanış dediği bir kız vardı mahallemizde. Annemi kırmak istemediğim için tanıştım. 1 yıllık bir birlikteliğimiz vardı. İstemeyerek tanıştığım kızı seviyordum. Ve ailelerimiz çoktan evlilik planlarını yapmışlardı. Evlilik günü geldi çattı.
Nikah memuru o meşhur sorusunu sordu. Evet demişti. Sıra bana geldi. Bir an duraksadım. Tabi ki evet diyecektim. Fakat arka koltukta oturan bayan dikkatimi çekti. O gelmişti düğünüme. Herkesin bana baktığını, benden bir cevap beklediğini biliyordum. Fazla uzatmadan evet dedim ve salonda bir alkış zelzelesi koptu. Eşim ve ben bir odaya gidip oturduk. İlaç almam gerektiği için lavaboya gitmiştim. Aynada gördüm onu ilk başta. Sureti hâlâ hafızamdaydı. Arkamı döndüm. Hayırlı olsun dedi. Teşekkür ettim. Mutlumusun diye sorduğunda kahkalar atmak geldi içimden. Sanmadığın kadar mutluyum dedim ve tebessüm ettim. İçime doğmuştu O’nun geleceği. Bu yüzden ikinci yıldönümümüzde 14 Kasım’da ona kolyeyi verdikten sonra bana verdiği küçük bir kalbi yanıma almıştım. O gün bu kalbi almamı ve bir parçasının artık bende olduğunu söylemişti. Cebimden aldığı küçük kalbi çıkardım. Bu artık senin, bende hiçbirşeyin kalmasın dedim. Ve arkama bakmadan eşimin oturduğu odaya doğru yöneldim. Ağlıyordu. Bir zamanlar ağlayınca kıyametler kopardığım O hüngür hüngür ağlıyordu ve benim umrumda değildi.
Yol kenarında yaktığım sigara bitmişti ve anlattığım bu senaryo bir film şeridi gibi geçmişti gözümün önünden. Otobüs durağındaydım. Ayrılığın üstünden tam bir saat kırk dakika geçmişti ve ben otobüs beklemekteydim…
hayali sevgili / İsmail Usluer