
Unabomber: Manifestosunu Okuduğunuzda Sempati Duyacağınız Bir Terörist
Bir teröriste sempati duymak, gerçekten de çok korkunç bir cümle, kabul ediyorum. Fakat yazının sonunda bana hak vereceğinize inanıyorum.
Her şey Netflix’in Manhunt: Unabomber adlı dizisini izlememle başladı. Dizinin başında gerçek olaylara dayanmaktadır diye bir uyarı çıkmasa ne bu kadar araştıracaktım ne de bununla ilgili bir yazı yazacaktım. Fakat araştırdıkça konuya olan ilgim daha da arttı. En sonunda da meşhur manifestoyu okumamla Unabomber’a sempati duymaya başladım.
Manifestoya gelmeden önce Unabomber’dan yani kahramanımız Theodore John Kaczynski’den biraz bahsetmem gerekiyor sanırım. 1942’de Chicago’da doğan Kaczynski 1978-1995 yılları arasında Amerika’da 16 ayrı bombalı saldırıda bulunmuş, toplamda 3 kişinin ölümüne ve 23 kişinin de yaralanmasına neden olmuş bir terörist. Çoğunlukla üniversiteler ve havayolu şirketlerini hedef aldığı için FBI tarafından university and airline bomber kelimelerinin baş harfleri kullanılmış; Unabomber. Fazlasıyla zeki olan Kaczynski, lisede 2 sınıf birden atlayarak 16 yaşında Harvard Üniversitesi’ne kabul edilmiş, 25 yaşında doktorasını tamamlamış. Harvard Üniversitesi’nde zihin kontrolü deneylerinde denek olarak kullanıldığı için zaten bozuk olan psikolojisi daha da bozulmuş. IQ’su 167 olan Kaczynski (Normal bir insanın ortalama iq’su 91-110 arasındadır.) tam bir matematik dehası. 2 yıl öğretim görevlisi olarak çalıştıktan sonra istifa edip Montana’da ormanlık alanın içinde elektrik ve suyu olmayan, teknolojiden tamamen uzak bir kulübede yaşamaya başlamış.

Her şey bu kulübede yaşamaya başlamasıyla başlayan Kaczynski, kulübeyi bomba fabrikasına çevirmiş ve ilk saldırısını da 1978 yılında Prof. B. Cist’e mektup şeklinde bir bomba göndererek yapmış. Mektubu açan güvenlik görevlisi hafif şekilde yaralanmış. Hazırladığı pek çok bombayı da posta yoluyla gönderen Kaczynski bombaların tahrip olmayacak yerine ve gönderdiği mektuplara FC (Freedom Club) imzasını atmış. 1995’te gönderdiği mektupta Industrial Society and It’s Future (Sanayi Toplumu ve Geleceği) isimli manifestosunun büyük gazetelerde yayınlanması karşılığında eylemlerini durduracağını söyleyen Kaczynski’nin bu isteği kabul edilmiş ve yaklaşık 35 bin kelimelik manifesto Amerika’nın büyük gazetelerinde yayınlanmış. Kaczynski’nin kardeşi David’de manifestoyu okuyanlar arasında olunca manifestonun üslubundan şüphelenerek FBI’a ağabeyini ihbar etmiş. 1996 yılında yakalanan Kaczynski’nin avukatları akli dengesinin yerinde olmadığı üzerine bir savunma geliştirseler de Kaczynski bunu reddetmiş. Muhtemelen deli bir adamın sözlerini kimse ciddiye almaz diye düşünmüş olsa gerek ki ölümü deli olmaya değişmiş. Fakat buna rağmen mahkemenin tayin ettiği bilirkişi heyeti Kaczynski’ye ileri derecede paranoid şizofren tanısı koymuşlar. 1998’de ölüm cezasından kurtulan Kaczynski temyiz yolu kapalı olmak üzere müebbet hapse mahkum edilmiş ve hala hapiste.

Sanayi Toplumu ve Geleceği
Gelelim asıl konumuz olan manifestoya. Hemen başlamadan Kaczynski’yi hasta ilan etmelerine manifestodan bir cevap vereyim.
Paragraf 155: Toplumumuz sisteme uygun olmayan herhangi bir düşünce ya da davranış biçimine hastalık olarak bakma eğilimindedir ve bu akla yatkın bir tutumdur. Çünkü bir birey sisteme uyum sağlamazsa bu durum sisteme olduğu kadar bireye de sorun çıkarır. Bu nedenle bir bireyin sisteme uyumunu sağlamak bir hastalığa çare bulmak gibi görülür.
Neden Kaczynski’ye hasta muamelesi yaptıklarını Kaczynski manifestosunu yazarken zaten belirtmiş. Manifestonun tamamını okuduğunuzda o kadar iyi anlıyorsunuz ki (dehşete düşüyorsunuz) Kaczynski sistemi sadece basit bir şekilde eleştirmemiş, sistem tarafından insanların nasıl itaatkar bir köleye çevrildiğini resmen yüzümüze vurmuş. Manifestoyu okumaya başladığımda ilk aklıma gelen soru şu olmuştu, ne kadar güzel şeyler söylemişsin mübarek, illa insanları mı öldürmen gerekiyordu? Bunun da cevabını manifestodan verelim.
Paragraf 96: Anayasal haklarımıza gelince, örneğin, basın özgürlüğünü düşünün. Elbette bu hakka çatmak istemiyoruz; bu politik gücün yoğunlaşmasını kısıtlamak ve politik gücü olanları, yanlışlarını halka teşhir etmek yoluyla yola getirmek için önemli bir araç. Ancak basın özgürlüğü, sırada vatandaşın bir birey olarak çok az işine yarar. Medya, çoğunlukla sistemle bütünleşmiş büyük kuruluşların kontrolündedir. Birazcık parası olan herkes bir şey bastırabilir veya bunu internette veya başka bir yolla dağıtabilir. Ama onun söyleyecekleri medyanın büyük miktardaki materyallerinin arasında kaybolacak, bu nedenle de hiçbir etkisi olmayacaktır. Bu yüzden toplumda kelimelerle bir etki yaratmak , çoğu birey veya küçük gruplar için olanaksızdır. Örneğin bizi (FC) ele alın. Eğer hiçbir şiddet eyleminde bulunmasaydık ve bu yazılarımızı bir yayıncıya teslim etmiş olsaydık, büyük olasılıkla kabul edilmeyecekti. Eğer kabul edilmiş ve yayınlanmış dahi olsa, büyük olasılıkla fazla okuyucu çekmeyecekti. Çünkü medyanın koyduğu eğlence programlarını seyretmek, ciddi bir makale okumaktan daha eğlencelidir. Bu yazılar çok okuyucu bulsaydı bile, bu okuyucuların çoğu okuduklarını hemen unutacaklardı. Çünkü akılları medyanın onları maruz bıraktığı yığınlarca materyal ile doldurulacaktı. Mesajımızı, topluma kalıcı bir etki bırakabilme şansıyla sunabilmek için insanları öldürmek zorunda kaldık.
Bu soruyu kendi kendime sorduktan sonra bu paragrafı okumam beni dehşete düşürmüştü. Manifestoyu okumaya devam ettikçe, Kaczynski, sistemin sizi nasıl bir evcil hayvana dönüştürdüğünü iliklerinize kadar işliyor. Manifestonun girişi de oldukça enteresan. Kaczynski, çağdaş solcuları yerden yere vurarak manifestoya başlıyor. Çağdaş solculuğun temelinde yatan aşağılık duygusunda şöyle bir paragrafı mevcut.
Paragraf 14: Feministler, kadınların da erkekler kadar güçlü ve yetenekli olduğunu ispatlamak için umutsuzca hevesleniyorlar. Açıkça görülüyor ki, kadınların erkekler kadar yetenekli ve güçlü olmayabileceklerinden için için korkuyorlar.
Eğer mevcut sisteme biraz kafa yoran bir insansanız manifestoda okuduğunuz her şey aslında sizin şu anki ve gelecekteki yaşamınızda endişe duyduğunuz şeylerin ta kendisi. Ya da tamamen bir ütopya. Kimine göre de distopya diyebiliriz sanırım. Açık konuşmam gerekirse manifestoda yazan her kelimeye hayran kalmama rağmen Kaczynski’nin dediği gibi ilkel yaşam bana büyük bir distopya gibi geliyor. Çünkü sistemin bize bağladığı tasma artık bizim bir uzvumuz niteliğinde ve o tasmadan ayrılmak istemiyoruz.
Paragraf 76: Sistem onlara fırsatlarını verdiği sürece, onları tasmayla bağlı tutar. Bağımsızlıklarını elde etmek için bu tasmadan kurtulmalıdırlar.
Aslında günümüzde şikayet ettiğimiz pek çok şeyin hatta tamamının yazıya dökülmüş hali bu manifesto. Mesela günümüzde çocuklarımıza sen mühendis olacaksın, sen doktor olacaksın diye baskı uygulamamızı yaklaşık 30 yıl önce Kaczynski yazmış.
Paragraf 115: Sistem, insanları, insan davranış kalıplarına çok uzak bir biçimde davranmaya zorlamaktadır. Örneğin, sistemin bilim adamlarına, matematikçilere ve mühendislere ihtiyacı vardır. Onlarsız işleyemez. Bu yüzden, çocuklara bu alanda yükselmeleri için ağır baskılar uygulanıyor.
Manifestoyu okurken dikkatimi çeken bir diğer unsur ise manifestonun tamamının birinci çoğul şahıs ağzıyla yazılmış olması. Kaczynski’nin görüşlerine inanan ne kadar insan var bununla ilgili bir bilgi bulamadım. Veya manifestoda yazanları baz alarak yaşayan insanlar mevcut mu günümüzde bunu da bilmiyorum. Fakat bu görüşe Kaczynski bile ne kadar inanırsa inansın manifestonun bir yerinde bu çekincesinden bahsediyor. Yani endüstriyel-teknolojik bir yapıdan ilkel bir yaşama geçilse bile bu yaşamın sürekliliği muamma.
Paragraf 212: Toplum, yeniden endüstriyel-teknolojik bir yapıya doğru ilerler mi? Belki ama 500 ya da 1000 yıl sonrasının olaylarını tahmin yahut kontrol edemeyeceğimize göre bunun için endişelenmenin bir faydası yoktur. Bu sorunlar o dönemde yaşayacak insanlar tarafından çözümlenmelidir.
Madem endüstriyel-teknolojik yapı kendini yeniden inşa edebilecekse -büyük bir ihtimal edebilecek- bu kadar yaygaraya ne gerek var diye soru otomatik olarak soruluyor. Fakat buna rağmen, Kaczynski, endüstriyel-teknolojik yapıya karşı devrimin nasıl yapılabileceğini, bu devrim için nasıl strateji uygulanabileceğini de uzun uzun anlatmış. Stratejinin temelinde yatan düşünce ise şu; endüstriyel-teknolojik yapı siz ne kadar uğraşırsanız uğraşın yıkılabilecek bir yapı değildir. Belirli dönemlerde bu yapının gücü zayıflar ve bizler bu zayıflamayı güçlendirerek endüstriyel-teknolojik yapıyı bitirebiliriz.
Sistemin yapabildiği en güzel şey ise biz insanları sisteme dahil ettirme şekli. Bizler öyle veya böyle sisteme mecburen dahil oluyoruz ve bunun farkında değiliz. Sistemin bunu yapabilmesi için geliştirdiği pek çok argüman mevcut.
Paragraf 145: İnsanları korkunç derecede mutsuz edecek koşullara maruz bırakan, sonra da bu mutsuzluklarını gidermek için onlara uyuşturucu veren bir toplum düşünün. Bu bir bilimkurgu mu? Mevcut toplumumuz içinde bu belli bir dereceye kadar zaten yapılmaktadır. Klinik depresyon vakalarının son 10-20 yılda büyük hızla arttığı bilinen bir gerçektir… İnsanları depresyona iten koşulları kaldırmak yerine, modern toplum anti-depresan (uyuşturucu) ilaçlar vermektedir. Aslında, anti-depresanlar, bireyin iç dünyasını, normalde tahammül etmeyeceği sosyal koşulları kabullenmesini sağlayacak biçimde değiştiren araçlardır.
Paragraf 146: Aklı etkileyen (uyuşturucu) ilaçlar modern toplumun insan davranışını kontrol etmek için geliştirdiği yeni yöntemlerden sadece bir tanesidir.
Manifestoda yazılan her şey çok doğru ama ne yazık ki sistem bize bunların doğru olmadığını dikta ettiği için mevcut yaşantımızı sürdürmeye devam edeceğiz. Ama yine de manifestonun tamamını okumanızı kesinlikle tavsiye ederim. Sanayi Toplumu ve Geleceği adında bir kitabı mevcut. Biraz araştırarak pdf’ini de bulmanız mümkün.

Bu arada Theodore John Kaczynski ile mektuplaşmak isterseniz aşağıdaki adrese mektubunuzu yollayabilirsiniz. Kim bilir, belki merak ettiğiniz sorulara cevap verebilir. İsterseniz buradan da 2003 yılında Türkiye’den gönderilen bir mektuba verdiği cevapları okuyabilirsiniz.
Thedore John Kaczynski
(04475-046)
U.S. PENITENTIARY- MAX
P.O. Box 8500
Florence, CO 81226-8500
USA
:) ismail hoca uzun süredir kafa yorduğum ve üzerinde bişeyler yapmayı planladığım konulardan bazılarıda bunlar aslında, birilerini yargılamadan, damgalamadan önce dinlemek ve anlamaya çalışmak gerek bence, kalemine sağlık
Merhaba, siteniz, temanız ve yazılarınız çok ilgimi çekti.
Takipçiniz olacağım. Sevgiler.
Sistemin dışında kalmak tezimin pratik değeri olup olmadığını, varsa bunun nasıl ortaya çıktığını göstermeye çalışacağım. Bu konuda bana soru yönelten, adını bilmediğim arkadaş, (umarım arkadaşımdır; yani beni arkadan vurmayacak biridir) sistemin dışında kalmak düşüncesinin zihnime değil de hayatıma aktarımının nasıl olduğunu merak ediyor. Yani gündelik hayatımda ne yapıyorum da sistemin dışında kalmayı başarıyorum? Soru sahibi “zihnen sistemin dışında kalmak hiç önem taşımaz, önemli olan hayatımızdaki olayların sistem dışı bir alanda cereyan etmesidir” diyorsa, peşinen söyleyeyim ki tezimin hiç bir pratik değeri yok. Bu satırları IBM uyumlu bir bilgisayarda yazıyorum ve yazdıklarımı sistemin gereği olan mekanizmanın bir işleyişi dolayısıyla okumaktasınız. Şunu ısrarla belirtmeli ki fiilen sistemin dışında kalmak mümkün olmadığı için, zihnen sistemin dışında kalmak önem kazanıyor. Hayati önem taşıyan husus zihnen sistem dışı olmayı samimiyetle üstlenip üstlenmemekte odaklanıyor.
Denilirse ki maddeten sistem dışı kalınmadıkça kimin ne söylediği bana anlamlı görünmüyor; o zaman bu konuyu hiç açmayalım.
Bugün dünya sistemi dediğimiz finans ve teknoloji hegemonyası küfür sistemiyle örtüşmüş durumdadır. Ama dünya sistemi yerküre üzerindeki yayılmasını tamamlamadan önce küfür sistemi vardı ve Müslümanlar küfre olan uzaklıklarını öncelikle zihnî (kalbî) değerleri sebebiyle ölçebiliyorlardı. Günümüzde eğer küfür sistemi dünya sistemi ile örtüşmüş halde ise biz Müslümanlar için “sistemin dışında kalmak” inancımızın gereği istemediğimiz bir şey olsa gerek diyorum.
Dünya Müslümanlarının bir arada telakki edilmelerine yol açacak hiç bir siyasî, iktisadî, hatta kültürel ve ideolojik blok doğmamış olmasına rağmen, dünya sisteminin akıl hocaları İslam tehlikesinden aralıksız söz ediyorlarsa bunun sebebi Müslümanların gündelik hayatında sistem aleyhtarlığının pratik belirtilerinin uç vermesi değildir. Dünya sistemi küfür sistemiyle ne ölçüde örtüşmüşse karşısındaki Müslüman zihniyeti o ölçüde tehlike olarak görüyor. Daha doğrusu şartların zarureti dolayısıyla sistem karşıtlığı artık evleviyetle bizim maneviyatımızın bir parçasıdır. Bu karşıtlığın maddi bir tezahürü olur mu? Bunu yol boyunca anlayacağız. Yine de şimdiden anladığımız, anlamamız gereken birşey var:
O da sisteme karşı yürüttüğü hareketi maddi tedbirlerden başlatanların hepsi şimdiye kadar ya sistem tarafından ezilmiş veya sistem tarafından kullanılmıştır.
Biliyoruz ki modern zamanlar gayri İslâmî sistem karşıtı hareketlere sahne olmuştur. Ondokuzuncu yüzyılda ütopyacı sosyalistler, yirminci yüzyılda hippiler, komün tecrübeleri yaşadı. Dünya sisteminin pazar/piyasa aracılığıyla kurduğu denetiminden sıyrılmak, kendi maddi gereçlerini, kendilerine mahsus enstrümanları kullanarak sistemin dışında kalmak istediler. Sistemin onlara cevabı aynı gereçlerin piyasa şartlarında alınır satılır hale getirmek oldu.
Ütopyacı sosyalistler sistem içinde kalınarak en pahalı hayat tarzının, hippiler de en ucuz hayat tarzının nasıl yürütülebileceğinin meşrulaştırıcısı olarak geçip gittiler. Sistem her ikisinin maddi tehditlerinden de büyük kârlar elde etti. Sisteme bir başka muhalefet de kara gömleklilerden ve kahverengi gömleklilerden geldi. Onlar milletteki yekvücut olma anlayışını ve devletin hareket doğuran gücünü devreye sokarak dünya sisteminden toplum olarak kopma denemesi yaptılar. Onların da sistemin dışında kalma konusunda pratik ve maddi tedbirleri vardı. Dünya sistemi onları önce ezdi ve akabinde onlardan öğrendiği kaba gücün toplumla irtibat kurma yöntemlerini taklit etti veya aynen uyguladı.
Netice-i kelam, sistemin dışında kalmanın bütün maddi tezahürleri boyunun ölçüsünü almış oldu. Ama sistemin dışında kalmanın manevi bir dayanağı var ve o henüz canlı. Bizim işimiz bu dayanakla mukayyet. Sistemi işlemez hale getirecek olan sistemin işlemesini istememektir diyoruz. Eğer bu irade korunabilirse maddi tezahürleri bekler görürüz.
Ama maddi tezahürler olmadan iradenin bir anlamı yok diyorsak, sistemle bütünleşmenin mazeretini aramaya başlamış sayılırız.
İsmet Özel- Sistemin Dışında Kalmak
Bence bombacı sistemin içinde kalmış biri. O da biliyor ki sistem kendisini medya yoluyla kabul ettiriyor. Öyleyse o da o yolu kullanarak sistemin içinde kalmayı tercih etmiştir.
Evet sistemin farkındadır lakin sistem tarafından yutulmuştur.
Selamlar..
Sistemin dışında kalmak günümüzde tamamen ütopik bir düşünce olur hocam. O konuda hemfikiriz. Hele ki manevi anlamda bunu beceremiyorken madden bunu becerebilmek imkansız. Dediğiniz gibi madem madden bunu yapamıyoruz ki görünene göre de hiç yapamayacağız, o zaman manevi olarak sisteme karşı gelebilmeliyiz. Yazımda da belirttim, bu elemanın yazdığı manifestoda çok doğru bölümler var. Ama biz bu manifestodaki doğru bölümleri ne zaman hayatımızın içerisinde uygulamaya kalksak daha çok sistemin içerisinde buluyoruz kendimizi. Sistemin işlemesini istememeyi bırakın sistemin işleyişindeki çarkları yağlıyoruz resmen. En azındak layıkıyla bu duruma karşı gelebilsek, karşı gelmeyi istesek belki de her şey daha güzel olacak.